Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
a
a'da : düşmanlar
a'lem : daha iyi bilir, bilirim
ab: su
ab-ı efsun : göz yaşı
ab-ı hayvan : dirilik suyu, bengisu
ab-ı kevser : kevser suyu
ab-ı mutahhar : temiz su
ab-ı nisan : nisan yağmuru, söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur danelerini içine alıp. sedef yaparmış.''
abad : zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
abı-puş : aba giyen, derviş, fakir
abd : kul, köle
abdal : gezgin derviş. derviş, tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen şii -batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
abdal: abdal donu: gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
abes : boş, asılsız, saçma
abeş: kula renkte at, alacalı hayvan.
ab-ı zemzem: kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
abı hayat : ölümsüzlük suyu, bengisu
abidane: ibadet edene yakışacak bir surette.
abus : somurtkan
acem: iranlı.
acem dağları: batı iran dağları.
acep: acaba
açak: açalım
açaram: açarım
açılcağ: açılınca gelince.
açılıptur: açılmıştır.
adib : edepler, töreler
adalet : hak tüze
adave : düşmanlık
adavet : düşmanlık, buğz, yağılık
adem : ilk peygamberin adı, insan
ademiyet : insanlık, insancılılık
adem : yokluk, hiçlik
adet : görenek, sayı
adlım: ünlü, ünü büyük.
adu taşı: düşman taşı.
adu: düşman, hasım.
adü : düşman, yağı
adüvan : can düşmanı
afak : ufuklar, gökyüzünün kenarları
ağ: ak.
ağca: akça, aka yakın, alacalı.
adu: düşman.
agah: vakıf, bilen.
ağ lavaş: yufka ekmek. ak undan yapılmış yufka ekmek.
ağ mercan: ak mercan. [mec. ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.]
ağca ceyran: ak ceylan. ''ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)
ağ-gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı
ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
ağır sufra: şölen sofrası.
ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
ağlaram: ağlarım.
ağmak: akmak, karışmak. ''sırdaş olup ağ sulara.''
ağu: ağı, zehir.
ağyar: başkaları.
ah ü firaz: ah edip inlemek, ağlamak.
aharam: akarım. ''aharam seller içinde.''
ahd ü peyman: yemin, and.
ahd: vadetme, söz verme.
ahdipeyman-ahdipeyman: ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
ahenger: demirci.
aheste : yavaş, ağır, yavaş yavaş
ahıl: akıl
ahi : esnafı öğütleyen fütuvvet ehlinin şeyhi, kardeşim (bir
esnaf teşkilatı olan ve bilhassa xııı-xvı. yüzyıllarda, anadolu ve rumeli'de yaygın bulunan fütuvvet ehli
şeyhlerine de <> derlerdi)
ahibba : dostlar , sevgililer
ahir: en son, sondaki, nihayet son olarak.
ahlak : huylar, davranışlar, etik.
ahmer: kırmızı , kızıl.
ahsen-i takvim: en güzel kıvama koyma, cenab-ı hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
ahsen : çok güzel
aht : sözleşme
ah-u zar: yüksek sesle ağlama, dövünme.
ahü : ceylan, güzellerin gözü (mec,)
ahval: durum, durumlar.
ahval: haller vaziyetler , oluşlar .
ahz : almak
akça : para
akdem : ilk, önce, önceki, daha önceki
akıl yetirmek: akıl erdirmek.
akl-ı cüz : cüz'i akıl, tikel us
akl-ı küll : tüm akıl; tanrı bilgisi
akl-ı mead : ahirete dönük akıl
akşamaca: akşama değin, akşama kadar.
aktöre, atayi : armağan.
al: hile, aldatma işi.
al-i aba : muhammed, ali, fatıma, hasan ve hüseyin'den oluşan
kutsal topluluk
al-i yezid : muaviye'nin oğlu yezid ve onun soyundan gelenler
al malı: yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
ala göz: ela göz.
ala: ela.
alacabaz: doğan, aladoğan, ''eli alacabazlının''
aladağ salı: aladağ düzlükleri.
aladağ: erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. dede korkut'ta da geçer. van gölü'ne dökülen deliçay, hacıdere ve zilan akarsuları aladağ sır.asından doğar.
alaik : alakalar, ilgiler
alak: alalım.
alakaftan: alaca kumaştan yapılma giysi. kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
alasan: alasın.
alçağ [alçah]: alçak yer, yüksel olmayan yer.
alçağa: alçak yere.
alçak: yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova.
al duvağ: aı duvak. gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
alef : cana yakın, teklifsiz.
alem: yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, evren. dünya, acun.
alışaban: tutuşarak. ''alışıban yanaram men''
alışmak: tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
ali: hazreti muhammed'in damadı ve amcası ebutalib'in oğlu .
alişan: şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
allah-amandır: 1-şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-allah aşkına.
alma: elma.
alma teki: elma gibi, elma benzeri.
aluptur: almıştır.
alvala: al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
amal: amel, yapılan iş, eylem, edim.
aman: sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
amana düşmek: sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek
amanat: emanet.
amanı aldırma: umursamazlık, zora koşma
amber: amber kokusu, güzel koku. [amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ]
amel: niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme. (bi amel: amelsiz)
anasır: elemanlar , öğeler.
anber: amber.
andelip: bülbül, seher kuşu.
annac-annaç: karşı, karşı yön. ''annacımdan gelen güzel''
aparmak: götürmek, alıp gitmek. ''felek can aparır...''
arabi: arapça, arap kavmine mensup.
araram: ararım.
arasın: arasını
arayı arayı: araya araya
araz: aras nehri.
argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
arkuru-arkurı inen: karşı çıkan.
arma: eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
arş: islam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök.
arz'edilen-arzu ediben: arzu ederek, arzulayarak.
arzıhal: sunu, sunma. ''arzıhal eyledim visal baçımı''
arzın al: arzu ettiğini al. (88/3) [arz: arzu]
arzı'nan kamber: yaygın bir halk hikayesinin kahramanları arzu ile kamber.
arzuman: arzu, dayanılması güç istek.
asitan: dergah, tekke, kapı eşiği.
aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.
aslı pak : temiz soylu
aslı kıt: soysuz, verimsiz.
asuman: (asman) gök, sema.
aş: yemek
aşarsız: aşarsınız
aşere -i mübeşşere : cennete gidecekleri hz. muhammed tarafından bildirilen on islam büyüğü ebu bekir, ömer, osman, ali, talha bin ubeydullah, zübeyr bin a vvam, abdurrahhman bin a vf, ebu ubeyde bin cerrah, sait bin zeyd, sad bin ebi vakkas.
aşık emrah: ercişli emrah.
aşık mısan: aşık mısın.
aşıkan : aşıklan gibi, açıkçasına.
aşırma: kova, bakraç.
aşikar : açık, gizli değil
aşina : bildik, tanıdık
aşiyan : kuş yuvası, ev , mesken
aşk dolusu: halk inancına göre pir'in, üçler'in, erenler'in içirdiği aşk şarabı.
aşlak: aşılama, aşı.
aşna: (aşina) bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab.
aşna: aşına, dost, tanıdık.
at: satranç oyununda iki taşın adı.
ataş-ataşa: ateş, ateşe.
ataşına: ateşine.
ataşlara: ateşlere.
ataşlı: ateşli.
ati : iyilik, ihsan
atlanıban-atlanuben: atla, atlanarak, atlı olarak.
attar : güzel kokular satan, aktar.
avara: avare, boş, yararsız.
avara: boşta gezmek, işsiz, oyalanmak.
avare : başı boş, işsiz.
avatmak : avutmak, teselli etmek
avaz: yüksek ses
avcu: avcı
avdet : dönüş
avlak: av alanı. (avlağı-av alanı)
avn : yardım, yardım eden
avsın almaz mar: büyü, tılsım tutmayan yılan.
avsın: büyü, tılsım.
avurd : yanağın iç tarafı, boş yeri.
avurmak : eğilmek, çevirmek
avuni: avını.
ayakça: ayak kelepçesi, ayak bağı.
ayan : belli, açık, meydanda
ayat : ayetler
aydıvar : söyler
ayet-i kurba : kur'an şura suresinin 23. ayeti. burada ''ya muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır .
ayet: kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
ayine : ayna
aylak : işsiz güçsüz
aymak : söylemek, hitab etmek
aymak: uyanmak, farkına varmak.
ayn : göz, göz pınarı, asıl, kendisi,
ayn-el -yakin : bir şeyi kendi gözüyle görüp öğrenme.
ayn el yakin: gönül gözü. tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l¬ yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''hak el yakıyn'' denir.
ayn-i irşid : irşadın ta kendisi. aydınlatma
ayn-i rah: yol gözlemek.
ay'nan: ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.''
aynası: 1. yüzü, 2. göksü.
ayrılmanam: ayrılmam, ayrılamam.
azad: serbest bırakma, azat.
azim : kesin karar verme, irade
azimet : gitme, gidiş
aziz : sevgide üstün tutulan
azizan : dostlar , erenler
azl : işten çıkarma
azheri : belli
azmış : yol sapıtmış
Tarih: 2016-03-02 01:55:41 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Türküler sözlük - a Nedir
a'da : düşmanlar
a'lem : daha iyi bilir, bilirim
ab: su
ab-ı efsun : göz yaşı
ab-ı hayvan : dirilik suyu, bengisu
ab-ı kevser : kevser suyu
ab-ı mutahhar : temiz su
ab-ı nisan : nisan yağmuru, söylenceye göre, nisan ayında sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur danelerini içine alıp. sedef yaparmış.''
abad : zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
abı-puş : aba giyen, derviş, fakir
abd : kul, köle
abdal : gezgin derviş. derviş, tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen şii -batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
abdal: abdal donu: gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
abes : boş, asılsız, saçma
abeş: kula renkte at, alacalı hayvan.
ab-ı zemzem: kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
abı hayat : ölümsüzlük suyu, bengisu
abidane: ibadet edene yakışacak bir surette.
abus : somurtkan
acem: iranlı.
acem dağları: batı iran dağları.
acep: acaba
açak: açalım
açaram: açarım
açılcağ: açılınca gelince.
açılıptur: açılmıştır.
adib : edepler, töreler
adalet : hak tüze
adave : düşmanlık
adavet : düşmanlık, buğz, yağılık
adem : ilk peygamberin adı, insan
ademiyet : insanlık, insancılılık
adem : yokluk, hiçlik
adet : görenek, sayı
adlım: ünlü, ünü büyük.
adu taşı: düşman taşı.
adu: düşman, hasım.
adü : düşman, yağı
adüvan : can düşmanı
afak : ufuklar, gökyüzünün kenarları
ağ: ak.
ağca: akça, aka yakın, alacalı.
adu: düşman.
agah: vakıf, bilen.
ağ lavaş: yufka ekmek. ak undan yapılmış yufka ekmek.
ağ mercan: ak mercan. [mec. ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.]
ağca ceyran: ak ceylan. ''ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)
ağ-gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı
ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
ağır sufra: şölen sofrası.
ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
ağlaram: ağlarım.
ağmak: akmak, karışmak. ''sırdaş olup ağ sulara.''
ağu: ağı, zehir.
ağyar: başkaları.
ah ü firaz: ah edip inlemek, ağlamak.
aharam: akarım. ''aharam seller içinde.''
ahd ü peyman: yemin, and.
ahd: vadetme, söz verme.
ahdipeyman-ahdipeyman: ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
ahenger: demirci.
aheste : yavaş, ağır, yavaş yavaş
ahıl: akıl
ahi : esnafı öğütleyen fütuvvet ehlinin şeyhi, kardeşim (bir
esnaf teşkilatı olan ve bilhassa xııı-xvı. yüzyıllarda, anadolu ve rumeli'de yaygın bulunan fütuvvet ehli
şeyhlerine de <
ahibba : dostlar , sevgililer
ahir: en son, sondaki, nihayet son olarak.
ahlak : huylar, davranışlar, etik.
ahmer: kırmızı , kızıl.
ahsen-i takvim: en güzel kıvama koyma, cenab-ı hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
ahsen : çok güzel
aht : sözleşme
ah-u zar: yüksek sesle ağlama, dövünme.
ahü : ceylan, güzellerin gözü (mec,)
ahval: durum, durumlar.
ahval: haller vaziyetler , oluşlar .
ahz : almak
akça : para
akdem : ilk, önce, önceki, daha önceki
akıl yetirmek: akıl erdirmek.
akl-ı cüz : cüz'i akıl, tikel us
akl-ı küll : tüm akıl; tanrı bilgisi
akl-ı mead : ahirete dönük akıl
akşamaca: akşama değin, akşama kadar.
aktöre, atayi : armağan.
al: hile, aldatma işi.
al-i aba : muhammed, ali, fatıma, hasan ve hüseyin'den oluşan
kutsal topluluk
al-i yezid : muaviye'nin oğlu yezid ve onun soyundan gelenler
al malı: yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
ala göz: ela göz.
ala: ela.
alacabaz: doğan, aladoğan, ''eli alacabazlının''
aladağ salı: aladağ düzlükleri.
aladağ: erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. dede korkut'ta da geçer. van gölü'ne dökülen deliçay, hacıdere ve zilan akarsuları aladağ sır.asından doğar.
alaik : alakalar, ilgiler
alak: alalım.
alakaftan: alaca kumaştan yapılma giysi. kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
alasan: alasın.
alçağ [alçah]: alçak yer, yüksel olmayan yer.
alçağa: alçak yere.
alçak: yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova.
al duvağ: aı duvak. gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
alef : cana yakın, teklifsiz.
alem: yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, evren. dünya, acun.
alışaban: tutuşarak. ''alışıban yanaram men''
alışmak: tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
ali: hazreti muhammed'in damadı ve amcası ebutalib'in oğlu .
alişan: şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
allah-amandır: 1-şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-allah aşkına.
alma: elma.
alma teki: elma gibi, elma benzeri.
aluptur: almıştır.
alvala: al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
amal: amel, yapılan iş, eylem, edim.
aman: sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
amana düşmek: sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek
amanat: emanet.
amanı aldırma: umursamazlık, zora koşma
amber: amber kokusu, güzel koku. [amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ]
amel: niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme. (bi amel: amelsiz)
anasır: elemanlar , öğeler.
anber: amber.
andelip: bülbül, seher kuşu.
annac-annaç: karşı, karşı yön. ''annacımdan gelen güzel''
aparmak: götürmek, alıp gitmek. ''felek can aparır...''
arabi: arapça, arap kavmine mensup.
araram: ararım.
arasın: arasını
arayı arayı: araya araya
araz: aras nehri.
argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
arkuru-arkurı inen: karşı çıkan.
arma: eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
arş: islam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök.
arz'edilen-arzu ediben: arzu ederek, arzulayarak.
arzıhal: sunu, sunma. ''arzıhal eyledim visal baçımı''
arzın al: arzu ettiğini al. (88/3) [arz: arzu]
arzı'nan kamber: yaygın bir halk hikayesinin kahramanları arzu ile kamber.
arzuman: arzu, dayanılması güç istek.
asitan: dergah, tekke, kapı eşiği.
aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.
aslı pak : temiz soylu
aslı kıt: soysuz, verimsiz.
asuman: (asman) gök, sema.
aş: yemek
aşarsız: aşarsınız
aşere -i mübeşşere : cennete gidecekleri hz. muhammed tarafından bildirilen on islam büyüğü ebu bekir, ömer, osman, ali, talha bin ubeydullah, zübeyr bin a vvam, abdurrahhman bin a vf, ebu ubeyde bin cerrah, sait bin zeyd, sad bin ebi vakkas.
aşık emrah: ercişli emrah.
aşık mısan: aşık mısın.
aşıkan : aşıklan gibi, açıkçasına.
aşırma: kova, bakraç.
aşikar : açık, gizli değil
aşina : bildik, tanıdık
aşiyan : kuş yuvası, ev , mesken
aşk dolusu: halk inancına göre pir'in, üçler'in, erenler'in içirdiği aşk şarabı.
aşlak: aşılama, aşı.
aşna: (aşina) bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab.
aşna: aşına, dost, tanıdık.
at: satranç oyununda iki taşın adı.
ataş-ataşa: ateş, ateşe.
ataşına: ateşine.
ataşlara: ateşlere.
ataşlı: ateşli.
ati : iyilik, ihsan
atlanıban-atlanuben: atla, atlanarak, atlı olarak.
attar : güzel kokular satan, aktar.
avara: avare, boş, yararsız.
avara: boşta gezmek, işsiz, oyalanmak.
avare : başı boş, işsiz.
avatmak : avutmak, teselli etmek
avaz: yüksek ses
avcu: avcı
avdet : dönüş
avlak: av alanı. (avlağı-av alanı)
avn : yardım, yardım eden
avsın almaz mar: büyü, tılsım tutmayan yılan.
avsın: büyü, tılsım.
avurd : yanağın iç tarafı, boş yeri.
avurmak : eğilmek, çevirmek
avuni: avını.
ayakça: ayak kelepçesi, ayak bağı.
ayan : belli, açık, meydanda
ayat : ayetler
aydıvar : söyler
ayet-i kurba : kur'an şura suresinin 23. ayeti. burada ''ya muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. ayette ''akrabanın karşılığı'' fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır .
ayet: kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
ayine : ayna
aylak : işsiz güçsüz
aymak : söylemek, hitab etmek
aymak: uyanmak, farkına varmak.
ayn : göz, göz pınarı, asıl, kendisi,
ayn-el -yakin : bir şeyi kendi gözüyle görüp öğrenme.
ayn el yakin: gönül gözü. tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l¬ yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''hak el yakıyn'' denir.
ayn-i irşid : irşadın ta kendisi. aydınlatma
ayn-i rah: yol gözlemek.
ay'nan: ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.''
aynası: 1. yüzü, 2. göksü.
ayrılmanam: ayrılmam, ayrılamam.
azad: serbest bırakma, azat.
azim : kesin karar verme, irade
azimet : gitme, gidiş
aziz : sevgide üstün tutulan
azizan : dostlar , erenler
azl : işten çıkarma
azheri : belli
azmış : yol sapıtmış
Tarih: 2016-03-02 01:55:41 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx